Mutluların Mutsuzlara Borcu Vardı, O Hep Hatırlattı

Sırrı Süreyya Önder’in işkencelerle, direnişle ve mücadeleyle dolu hayat hikâyesi, kızı Ceren Önder’in mektubu ve ‘kırmızı don’ metaforuyla birlikte unutulmaz bir insanlık dersine dönüşüyor.

Mutluların Mutsuzlara Borcu Vardı, O Hep Hatırlattı

Kırmızı Donun Ardında Bir Ömür: Sırrı Süreyya Önder’in Sessiz Direnişi

Mutluların Mutsuzlara Borcu Vardı, O Hep Hatırlattı

YEREL GÜNDEM / ANKARA

İşkenceyle başlayan çocukluk, direnişle geçen bir ömür

Henüz 8 yaşındaydı babasını kaybettiğinde. Adıyaman’ın tek sosyalisti olan babasının ardından kentin tek fotoğrafçısına çırak giren küçük bir çocuktu. Kadrajdan hayata bakan gözleri, hem fotoğraf çekiyor hem de hayatı kayıt altına alıyordu. Kentin yoksul ailelerinden birine mensuptu. Yaşadıkları, ona sadece ötekilerin dilini değil, öteki olmanın ne demek olduğunu da öğretti.

Maraş Katliamı’nı protesto ettiği lisede gözaltına alındığında çocuktu. Gördüğü işkence ömür boyu içinden silinmedi. 12 Eylül geldiğinde, gece pavyonda saz çalıyor, gündüz gecekondularda yoksullarla mücadele ediyordu. Ankara Emniyeti’nde 105 gün işkence gördü. Mamak’ta “kafeste” tutuldu, işkencenin tarif edilemez boyutlarını yaşadı.

Cezaevi, üniversite, fakirlik ve mücadele

Cezaevinden çıkınca tek tercih hakkıyla Ankara Siyasal’a girdi. Fakirliğin sadece açlık olmadığını orada anladı. Zehirli Ankara sabahlarında, kaldırımda ölü kuşları süpüren çöpçüleri izlerken bir şeyin değişmesi gerektiğine inandı. O değişimin parçası olmayı seçti.

12 Eylül sonrası Türkiye’de işkenceden geçmiş bir genç olarak siyasete, sanata, edebiyata yöneldi. Sinemaya olan tutkusu, hayata yeniden bir kadrajdan bakmasını sağladı. Filmler, senaryolar, kitaplar... Ama hepsinden öte, hayatın kendisini anlatma isteğiyle doluydu.

Çözüm süreci, bedeller ve siyaset

Sinemadan sonra siyasete döndüğünde, “çözüm süreci” için İmralı’ya gitmeyi kabul etti. Devletin bilgisi ve onayıyla yürüttüğü bu süreçte, barışın kavga edenlerin oturduğu bir masa sayesinde geleceğini söylüyordu. Bunun bir bedeli olacağını biliyordu.

Dokunulmazlığı kaldırıldığında, yüksekten korktuğu ve hiç binmediği halde helikopterle Diyarbakır’a götürüldü. Demirtaş ile birlikte yargılandığı davada, ifadeleri çarpıtılarak “terör propagandası” gerekçesiyle ceza aldı. AİHM kararlarına rağmen alelacele hüküm kuruldu. Cezaevine gönderildiğinde “Kürdistan” dediği için dava açılan kişi, aynı ifadeyi iktidar temsilcileri kullandığında dosyaları kapatılan adamdı.

Ceren Önder’in mektubu ve bir kızın sessiz isyanı

Kızı Ceren Önder Kandemir’in, babasının cezaevindeyken sosyal medyada paylaştığı mektup, milyonlarca kadının kalbine dokundu. “Mutlunun mutsuza borcu var” diyordu babası hep. O da bu borcu ödemek için yaşadı. Bunu anlamayanlar, kızının adını kullanarak saldırdı. Sanki bir kızın, böyle bir babaya sahip olması yeterli değilmiş gibi…

Bir don, bir gül ve bir umut: 'Kırmızı Don' metaforu

105 gün süren işkenceden sonra giydiği beyaz donun kan kırmızısına dönmesi, onun en çok hatırlanan metaforlarından biri oldu. “Kırmızı don” yazısı, sadece geçmişin değil, bugün hala taş duvarlar arasında geçirilen yılbaşlarının, buruk gülüşlerin, içe gömülen acıların da ifadesiydi. Ama o acılarla değil, nezaketle ve dirayetle yaşamayı seçti.

Barış için kavga edenlerden biri olarak hatırlanacak

Sırrı Süreyya Önder, ne siyasetin yaldızlı cümlelerine boyun eğdi ne de kendine biçilen rollerle yetindi. Vekil maaşıyla rahat yaşamayı seçmek yerine, bedel ödemeye devam etti. Her an cezaevine girme, susturulma, yok sayılma ihtimalini bile bile konuştu, yazdı, direndi.

Faşizme prim vermedi, ama barışın hayalini kurmaktan da vazgeçmedi. Gezi’de dozerlerin önünde, Meclis’te barış cümlelerinin ardında, cezaevinde hüznüyle birlikte yürüdü.

Sevene de sövene de selam etti, ama asıl borcunun mutsuzlara olduğunu hiç unutmadı. Şimdi ardında kalanlara düşen, onun için kurduğu cümleyi yinelemek:

O’nu övmek haddimiz değil, buna ihtiyacı da yok…

www.yerelgundem.com

Kaynak: Gökçer Tahincioğlu / T24