Bir Türkü Olur Gidersin Kuşların Cıvıltısında
Sırrı Süreyya Önder’in dostu Sırrı Abi’ye yazdığı son mektup, sadece bir veda değil; aynı zamanda bir halkın vicdanına ve coğrafyanın ruhuna yazılmış bir ağıt. Zincirlikuyu’da başlayan sessiz yolculuk, kuşların cıvıltısında türkülerle sürüyor.

Bir Türkü Olur Gidersin Kuşların Cıvıltısında
Bu Topraklar En Çok Seveni En Çabuk Alıyor Yanına
YEREL GÜNDEM / ANKARA
Toprakla dostluğu şiirle anlatan, halkın diliyle konuşan, mahpuslukla imtihan edilmiş bir ömrün ardından geriye kalan: Sırrı Süreyya Önder’in “Sırrı Abi”sine yazdığı son mektup. Zincirlikuyu’da Ruhi Su’ya komşu bir ağaç gölgesinde yatan bir türkü artık o.
Sırrı Abi’ye duyulan sevgi sadece bir siyasi yoldaşlıktan değil, aynı zamanda insanlığın tüm halleriyle kurulmuş bir gönül bağından doğuyordu. Onun ardından gelen cümleler bir hüzün manifestosu değil; aynı zamanda bir vicdan, sadakat ve adalet çağrısıydı. “Bu topraklar onu en çok seveni en çabuk alıyor yanına” cümlesi, yalnızca bir ağıt değil, aynı zamanda bu coğrafyanın kadersel yorgunluğuna da bir işaretti.
Acının Öğrettikleri ve Birleşen Kalpler
Yirmi gün boyunca süren bir hastane mesaisinin ardından, bir halkın belleğinde yer eden, ruha dokunan ve kalpleri birleştiren hikâyeler zinciri oluştu. Bu süreçte insanlar adını bilmedikleri kişilere sarıldılar, sokakta gördükleri birinin üşümesini dert edindiler, aç kalan birinin halini kendilerine vazife saydılar. Sırrı Abi'nin gölgesinde, iyilik dayanışmaya dönüştü.
Sırrı Süreyya Önder, yazdığı veda mektubunda bir yandan dostunun ardından duyduğu acıyı dile getirirken, diğer yandan bu topraklarda eksilmeyen dayanışma ruhunu hatırlattı. “Kalender bir cesaretle doğa kanunlarına karşı durmaya yeltenmek” gibi ifadelerle, umudun hâlâ diri kaldığını anlatmaya çalıştı.
Sadece Sevenlerin Değil, Sevmeyi Öğrenenlerin de Uğurlaması
Cenaze gününün görüntüsü bir ülke mozaiğiydi. Kuryeler, kâğıt toplayıcıları, işçiler, sanatçılar, burjuvalar, deliler, veliler… Herkes oradaydı. Çünkü o sadece belli bir kesimin değil, bütün bir halkın evladıydı. Onu sevmek için onunla aynı politik fikirleri paylaşmaya gerek yoktu. Onun dürüstlüğü, direnişi ve halktan yana oluşu, herkesin gönlünde bir iz bırakmıştı.
Yirmi metrekarelik bir mezarın, milyonlarca insanın yüreğine sığabilmesi işte böyle bir şeydi. Tabutuna kendi vasiyetiyle Türk bayrağı sarılan bir adamın ardından konuşmak kolay değildi; ama Önder, bunu başardı. Ona yakışır, haysiyetli ve zarif cümlelerle…
Bu Coğrafyada Gamzeli Direnişçiler Ölmez
Sırrı Süreyya Önder’in satırları aynı zamanda bir hatırlatmaydı. Bu ülkede cumhuriyet sevgisi, adalet duygusu, şefkat ve vefa yalnızca kürsülerden değil, tabutların ardından da yükselir. 12 Eylül’ün işkencehanelerinden geçenlerin gülümsemesiyle bu halkın vicdanı şekillenir. İşte tam da bu yüzden, "hayatında yolunu bir fukarayı ziyaret için bile cezaevine düşürmemişlerin" yargılayamayacağı adamlardır onlar.
Ve işte o adam, artık bir ağaç gölgesinde dinleniyor. Ama belki de daha doğru olan, onun artık bir türkü olduğu. Çünkü “bir ezgi takılırsa aklına, tutma, bir ağaç köküne bağla ve sal Ruhi Su’ya doğru” dendiğinde, bu bir edebi metafor değil, bu toprakların hafızasında yankılanacak bir çağrıdır.
Bir Gün Bir Kuş Cıvıldar ve O Türkü Başlar
Acının göğsünü delen keskinliği geçince, bir sabah kuş cıvıltısında duyacağımız o ezgi başlayacak: Sırrı Abi'nin ve Ruhi Su’nun ortak türküsü.
Sırrı Süreyya Önder’in bu satırları, politikayı da, dostluğu da, insanlığı da, hatırlamayı da en derin haliyle yaşatıyor. Sırrı Abi’nin ardından konuşan her kelime, yaşayanlara bir ödev gibi: Acıda kalmayı bilmek, sevgiyi utangaçça değil, cesurca göstermek ve her ne olursa olsun, insan kalmak.
Kaynak: Eray Özer / T24