Abdullah Öcalan’ın lider kültü tartışması: Kim kimin üzerinden neyi tarif ediyor?
Arslan Tekin’in kaleme aldığı analizde, Abdullah Öcalan’ın “lider kültü” tartışması üzerinden nasıl kutsallaştırıldığı ele alınıyor. Prof. Dr. Ahmet Özer’in Erdoğan’a yönelik eleştirileri ise asıl Öcalan’a daha çok uyuyor olabilir mi?

Abdullah Öcalan’ın ‘lider kültü’ tartışması: Kim kimin üzerinden neyi tarif ediyor?
YEREL GÜNDEM / ANKARA
‘Konuk’ değil, kült figürü mü?
Abdullah Öcalan, Türkiye tarihinde eşi benzeri olmayan suçlara imza atan bir isim olarak cezaevinde. Ancak kamuoyundaki görünürlüğü, yalnızca tutuklu bir mahkum olmanın ötesine geçiyor. Arslan Tekin’in kaleme aldığı analizde, Öcalan’ın bir “konuk” gibi ağırlandığı, devletin onu “misafirimiz” olarak gösterdiği ve bu nedenle toplumda hâlâ “baş tacı” edilen bir figür hâline geldiği vurgulanıyor.
Lider kültü eleştirisi: Kime yönelik, kimin için geçerli?
Prof. Dr. Ahmet Özer’in “Lider Kültü: Biattan Sadakata, Makyavelizmden Neronizme” başlıklı makalesi, siyasetteki tek adam yönetimini analiz ediyor. Bu yazı, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik sert eleştiriler içeriyor. Ahmet Özer, yazısında “biat, sadakat ve sonunda narsisizme varan bir lider kültü inşasından” söz ediyor. Ancak Arslan Tekin, bu eleştirilerin yöneldiği liderden çok, aslında Öcalan’a birebir uyduğunu iddia ediyor.
Hapiste ama hâlâ yönlendirici
Öcalan’ın yıllardır cezaevinde bulunmasına rağmen örgüt üzerindeki etkisinin devam etmesi, bir mahkumdan çok bir “kült figürü” gibi muamele gördüğünü gösteriyor. Tekin, Öcalan’a yönelik bağlılığın toplumsal bir tapınma halini aldığını, hatta yakalandığında 63 kişinin kendini yaktığını hatırlatarak, bu bağlılığın sıradan bir siyasi figür etkisini aştığını vurguluyor.
Erdoğan mı, Öcalan mı lider kültünün örneği?
Ahmet Özer’in Erdoğan için kullandığı “Makyavellist-Narsist-Neronist” lider tanımı, Arslan Tekin’e göre Öcalan için daha fazla geçerli. Zira Öcalan, örgüt üzerindeki hakimiyetini hâlâ sürdürüyor, yönlendirmeleri önemseniyor ve hem içeride hem dışarıda sembolik bir lider olarak görülüyor.
Bu noktada Tekin, Öcalan’ın “elini öpmek için sıraya girenler” olduğunu ima ederek, onun liderliğinin sadece ideolojik değil, kültürel bir tapınma seviyesine çıktığını ifade ediyor.
Liderliğin psikolojik temelleri: Sadakat mi, strateji mi?
Alper Görmüş’ün bir yazısından alıntı yaparak “dalkavuklar ve şakşakçılar”ın sistemleri nasıl çökerttiği vurgulanan analizde, mesele liderin bireysel psikolojisinden çok, çevresinin inşa ettiği algı düzeniyle ilişkilendiriliyor. Liyakatten uzaklaşıp sadakatle ayakta duran yapılar, uzun vadede liderin yalnızlaşmasına neden oluyor.
Bu yalnızlık ve güç birikimi süreci ise yalnızca Erdoğan’a değil, Öcalan’ın hapsedildiği hâlde örgütsel kontrolü elinde tutmasına da atfedilebilir.
Öcalan’a el uzatmak: Risk mi, strateji mi?
Yazının son bölümlerinde Tekin, Öcalan’a yönelik olası yeni siyasi manevraların tehlikelerine dikkat çekiyor. “Öbür yüzünü bilmeden bu yüzü üzerinden el uzatıyorsanız, kimin kazanacağını hiç düşündünüz mü?” sorusu, hem devlet aklının hem de siyasal çözüm süreçlerinin gerçeklikten kopuk biçimde ilerletilmesini eleştiriyor.
Bu, hem geçmiş açılım süreçlerinin hem de günümüzde SDG tartışmalarının merkezinde duran temel sorudur: Terörle bağları açık bir figür ile siyasal meşruiyet arayışı ne kadar sürdürülebilir?
Kaynak: Arslan Tekin / Yeniçağ