Zindandan Mehmed’e Mektup: Direnişin ve Umudun Şiiri

Necip Fazıl Kısakürek'in "Zindandan Mehmed’e Mektup" adlı şiiri, zindan hayatının zorluklarıyla başa çıkmaya çalışan bir babanın oğluna hitabını anlatır. Umut, direniş ve maneviyat temalarını işleyen bu şiir, insan ruhunun karanlık anlarda bile nasıl aydınlandığını gözler önüne seriyor. Necip Fazıl Kısakürek'in unutulmaz eseri Zindandan Mehmed’e Mektup, bir babanın oğluna yazdığı mektup üzerinden umudu ve direnişi anlatıyor. Maneviyatın ve inancın insanı karanlık anlarda nasıl güçlendirdiğini ele alan şiir, evrensel bir özgürlük çağrısı yapıyor.

Zindandan Mehmed’e Mektup: Direnişin ve Umudun Şiiri

Zindandan Mehmed’e Mektup: Direnişin ve Umudun Şiiri

YEREL GÜNDEM / TÜRKİYE

Necip Fazıl Kısakürek'in derin anlamlarla dolu şiiri Zindandan Mehmed’e Mektup, yalnızca bir zindan atmosferini değil, insan ruhunun en karanlık anlarda bile nasıl aydınlanabileceğini ve direnişin umuda nasıl dönüştüğünü anlatıyor. Şairin, bir zindandan oğluna yazdığı bu mektup; kaderin zorluğu, insanın çaresizliği ve bu çaresizliğin içinde bulunan maneviyatla güçlenme temasını işler. Bu şiir, okuyucusuna hem hüzün hem de bir diriliş hissi yaşatır.

Zindan Metaforu ve Hayatın Karanlık Yüzü

Kısakürek, şiirinde zindanı sadece fiziksel bir mekan olarak değil, aynı zamanda insanın içinde bulunduğu sıkışmışlığı, yalnızlığı ve çaresizliği simgeleyen bir metafor olarak kullanır. “Garip pencerecik, küçük, daracık; Dünyaya kapalı, Allah’a açık” dizeleri, bir insanın fiziksel olarak özgürlüğünden mahrumken bile manevi özgürlüğüne sarılabileceğini gösterir.

Umuda Çağrı: Mehmed’e Sesleniş

Şiirin temel temasını, umudu diri tutma çabası oluşturur. Şair, oğluna hitap ederek yaşamın yükünü taşımaya devam etmesi gerektiğini vurgular. “Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!” dizeleri, insanın içinde bulunduğu her türlü zor koşula rağmen ayağa kalkması gerektiğini ifade eder.

Manevi Güç ve Direniş

Şiirdeki “Dua, dua, eller karıncalanmış; Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış” dizeleri, zindanın fiziksel karanlığına rağmen, manevi gücün ve ilahi bağlantının insanı nasıl aydınlatabileceğini gözler önüne seriyor. Şair, oğluna bu zorlu yolculukta inanç ve duaların rehber olacağını hatırlatıyor.

Tarihsel ve Evrensel Bir Mesaj

Necip Fazıl’ın bu şiiri, sadece bireysel bir hikaye değil, aynı zamanda tarih boyunca haksızlıklara karşı direnen ve özgürlük arayışında olan insanlığın ortak sesidir. “Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!” dizeleriyle, özgürlük ve haklılığın er ya da geç kazanılacağına dair güçlü bir inanç dile getiriliyor.


ZİNDANDAN MEHMED'E MEKTUP

Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.

Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...

Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!

Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?

Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.

Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu.

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

NECİP FAZIL KISAKÜREK

www.yerelgundem.com