Ukrayna'nın AB üyelik müzakerelerinde Avrupa'yı neler bekliyor?
Başka bir dünya, başka bir hikaye
Ukrayna'nın AB üyelik müzakerelerinde Avrupa'yı neler bekliyor?
Ukrayna'nın AB üyeliği müzakereleri, bütçe, hukuk, savunma ve güvenlik gibi bir dizi gündemi beraberinde getiriyor. Peki AB ve Ukrayna bu zorluğun üstesinden gelebilecek mi?
Avrupa Birliği (AB), Ukrayna ile üyelik müzakerelerini başlatarak son yıllardaki en büyük dönüm noktasıyla 'yüzleşme' aşamasına geldi.
Yaklaşık 44 milyon nüfuslu Ukrayna, AB'nin açık ara en büyük potansiyel üye ülkesi konumunda. Yüzölçümü itibariyle AB'de ilk sırada olan Fransa'dan daha büyük olan Ukrayna'yı entegre etmek büyük bir varoluş meselesi haline gelebilir.
2000'li yılların başındaki "Big Bang" (Büyük Patlama) isimli, nüfussal ve coğrafi genişleme görüşmeleri sırasında AB müzakerecilerinin "Büyük ülkeler, büyük sorunlar." şeklinde bir sloganı vardı.
Genişleme görüşmeleri, yıllarca Sovyet etkisi altında olan eski sosyalist ülkelerin entegrasyonunun ilk turunu kapsıyor.
AB'nin bugüne kadarki en büyük genişleme süreci, 1998 yılında İngiltere'nin AB dönem başkanlığı yaptığı Londra Konferansı'nda başladı.
Polonya, Macaristan, Çekya, Slovakya, Slovenya, Estonya, Letonya ve Litvanya'nın katılımıyla "genişleme görüşmeleri" 2004 yılında sonuca varmış oldu.
Ayrıca, tam anlamıyla sosyalist veya komünist bir rejim deneyimini paylaşmayan tek yeni üyeler olan Kıbrıs ve Malta da AB'ye dahil edildi.
Ancak bütün bu süreç, ekonomik olarak büyümenin olduğu ve iddialı olmayan bir Rusya öngörüleri ile nispeten elverişli bir ortamda gerçekleşti.
Ancak 20 yıl sonra durum tam tersine döndü.
Başka bir dünya, başka bir hikaye
AB üyesi ülkelerin çoğu, ağır kamu borçları ve açıklarının yanı sıra kitlesel göçmen ve mülteci akınları da dahil olmak üzere mali krizlerle mücadele ediyor.
Bütün bunlar olurken Ukrayna, Avrupa'nın 1945'ten bu yana gördüğü en büyük savaşta kendini Rusya'ya karşı savunma çalışıyor.
Dost ülkeler arasındaki ayrışmalar, ekonomik ve insan hayatı açısından, sözde "etnik çatışmalar" veya kötü tanımlanmış "terörle mücadeleye" göre daha maliyetli hale geldi.
Savaş nedeniyle büyük bir demografik kayıpla karşı karşıya kalan Ukrayna, barış, siyasi istikrar, belli olan güvenli sınırlar ve işlevsel bir altyapı arıyor.
AB'deki en yakın destekçileri de bunun farkında.
Polonya Başbakanı Donald Tusk'ın partisi Civic Platform'un dış politika ve Avrupa politikası danışmanı Krzystof Kubon, "Ukrayna'daki savaşın başından bu yana, sadece yeniden yapılanmadan değil, bir toparlanmadan bahsediyoruz" ifadelerini kullandı.
Kubon, "Çünkü bu toparlanma, Avrupa devlet ekonomilerinin büyümesi, genişlemesi ve Ukrayna'nın Avrupa Birliği'ne yakınlaşması için fırsat yaratıyor" şeklinde değerlendirdi.
AB diplomatları, bu yeni genişlemenin mali çerçeve süresi olan yedi yıl boyunca 186 milyar Avro'ya mal olacağını tahmin ediyor.
AB'nin 2022 yılı bütçesinin tamamı 170 milyar euro.
Bununla birlikte, AB'nin 2021'den 2027'ye kadar olan uzun vadeli bütçesinin 1.13 trilyon euro civarında olacağı tahmin ediliyor.
Bu bütçe planlaması Ukrayna savaşından ve yeni bir genişleme sürecini başlatılmasından önce belirlenmişti.
Ekonomik olarak yıkıma uğramış bir Ukrayna'yı AB'ye entegre etmek, özellikle mali açıdan son derece zorlu olsa da, imkansız değil gibi gözüküyor.
Amaca ulaşmak imkansız değil
Bütçe öncelikle üye devletlerin siyasi iradesine bağlı olsa da siyasi koşullar, jeopolitik öncelikler ve iç çıkarların dengelenmesi de hassas bir rol oynuyor.
Ukrayna'nın entegrasyon sürecinin tamamı, AB bütçesinin derinlemesine yeniden tasarlanmasını gerektirecek ve mevcut üye devletlerden ortak ekonomik çabalar talep edilmesi bekleniyor.
Mevcut durumda Polonya, İspanya, Portekiz, Macaristan ve diğerleri gibi AB'de daha çok faydalanıcı pozisyonunda olan ülkelerin, katkıda veren ülkeler haline gelmesi düşünülüyor.
AB'de faydalanmaktan daha çok katkı veren ekonomisi büyük ülkelerin, ortak bütçeye daha fazla para harcamaları istenebilir.
Bu da AB uyum politikasının karmaşık bir şekilde yeniden tanımlanmasını beraberinde getiriyor.
Kubon, Polonya gibi "Big Bang" süreci ile AB'ye katılan bir üye için uyum politikasının sağladığı avantajların bir gün tarihe karışacağını savundu.
Bu durumda ülkenin büyüme için yeni fırsatlardan yararlanabileceğini, ancak bunun Ukrayna'nın AB'ye orta seviye bir hızla katılması halinde mümkün olabileceğini ifade etti.
Kubon, "Polonya perspektifinden Almanya'ya baktığımızda, geleceğimizi parlak görüyoruz. Polonya ve Almanya arasındaki ekonomik ilişkilere baktığınızda, iki ekonominin karlı bir sinerji yarattığını görebilirsiniz" diye konuştu ve ülkesi AB'ye girdiği sırada Almanya'nın birliğe en büyük katkı veren ülke olduğunu belirtti.
Almanya'nın AB bütçesine özellikle uyum politikaları için yaptığı net katkı, Orta Avrupa ülkelerinin güçlü Alman üretim alanına girmesiyle verimli bir yatırım haline geldi.
Polonya'nın açısından değerlendirildiğinde, Ukrayna ve Polonya'nın aynı şablonu tekrarlama şansı var gibi görünüyor.
Altın değerinde kara toprak
Ukrayna, yüzde 71 ile dünyanın en verimli topraklarına sahip ülkesi. Ayrıca organiklik bakımından zengin "çernozem" (Rusça'da "kara toprak" anlamına gelen eski bir sözcük) topraklarının yaklaşık yüzde 51'ini kaplıyor.
Sunduğu potansiyelin bir göstergesi olarak Ukrayna arazi piyasası, Rusya'nın tam ölçekli işgalinden sadece haftalar önce, 1 Ocak 2022'de özel yatırımcılar için büyük ölçüde genişletildi.
Büyük yatırımcıların çoğu ya yerel zenginlerin sahibi olduğu Kernel gibi Lüksemburg merkezli tarım şirketleri ya da ABD, Çin ve Körfez ülkelerinden çok uluslu şirketler olsa da, Ukrayna toprakları teorik olarak, özellikle savaştan sonra AB'nin ortak tarım politikası finansmanına uygun hale gelebilir.
Ancak Ukrayna'nın AB tarım sektörüne girme ihtimali mevcut üye ülkeleri pek de mutlu etmiyor.
Örneğin Polonyalı çiftçiler, Kiev'in savaş çabalarını desteklemek amacıyla AB tarafından Ukrayna tahılı için oluşturulan işlevsel ithalat planına karşı büyük bir direniş gösterdi.
Ancak bu ortaya çıkan sorunlardan sadece bir tanesi.
Ukrayna, Moldova, Batı Balkan ülkeleri ve belki de bir gün Gürcistan'ın entegrasyonu, AB'nin karar alma süreçlerinde köklü değişiklikler gerektirebilir.
İşleri zora koşmak
Avrupa Komisyonu'nun Polonya, Macaristan ve Bulgaristan ile yaşadığı sıkıntılardan sonra, AB kurumlarının hukukun üstünlüğünü uygulama kabiliyetine ilişkin soru kaçınılmaz olacağı görülüyor.
Her AB üyesi ülke, en küçüğü ya da en kötü durumda olanı bile, oy verme, çekimser kalma ya da isterse veto etme hakkına sahip egemen bir devlet.
Bir üye devletin Brüksel'de alınan kararlara saygı gösterme, hatta engelleme eğilimlerini azaltacak herhangi bir iç değişim, birliğin ömrünü uzun vadede riske atabilir.
Bazıları AB uyum politikalarının, hukukun üstünlüğü ilkelerinin gözden geçirilmesinin, genişlemeden önce AB'nin temel kurumları ile karar alma mekanizmalarında derin ve kapsamlı bir reform gerektireceğini savunuyor.
2004 yılındaki genişlemeden bu yana AB yönetimi, birliğin düzgün bir şekilde işleyebilmesini sağlamak için her üye ülkeye veto yetkisi verilen Avrupa Konseyi'nin karar alma sürecini reforme etmeye odaklandı.
Ayrıca 2004'ten bu yana nitelikli çoğunluk oylaması kapsamındaki politika alanlarının artırılması da bir misyon haline geldi.
Paris merkezli Jaques Delors Enstitüsü'nden Lukas Macek'e göre karar alma ve hukukun üstünlüğü konuları zaten yeterince çetrefilli.
Euronews'e konuşan Macek, "30'dan fazla üye ülkeden oluşan bir AB'ye doğru genişleme çözümün bir parçası olabileceği gibi sorunun daha da kötüleşmesine yol açabilir" dedi.
"Genişleme 27 üye ülkenin sıkışıp kaldığı çizgileri hareket ettirebilir. Ne yazık ki mevcut siyasi dinamikler bu yönde ilerlemiyor gibi görünüyor."
Sonuçta, AB genelinde Avrupa şüpheciliğinin artması ve genişleme karşıtı görüşlerin kamuoyunda giderek daha fazla yer edinmesi nedeniyle üye ülkeler değişim yerine istikrarı tercih edebilir.
Kubon, "Üye devletlerin çoğunda Avrupa Birliği'ni reforme etmek ve değiştirmek için siyasi bir irade olmadığını düşünüyorum" dedi.
"AB'nin ana siyasi güçleri arasında, Polonya'daki kendi siyasi partimdeki gibi değişiklikleri üstlenecek kadar büyük bir irade yok. Yunanistan Başbakanı Mitsotakis'in partisi ve diğer EPP üyeleri arasında da durum böyle."
Macek, çözümün daha küçük adımlı bir yaklaşımdan gelebileceğini savundu.
"Ele alınması gereken en önemli konu, genişleme sürecinin kendisini daha detaylı, ilerici ve başvuru sahipleri için daha motive edici şekilde düzenlemek etmek gerekiyor. Süreci, üyeler için daha güven veren ve daha geri döndürmesi mümkün olacak şekilde reforme etmek önemli rol oynuyor."
euro news