Türkiye'nin Şehitlere ve Şehit Ailelerine Bakışı: Görev mi, Vicdan mı?
Türkiye'nin Şehitlere ve Şehit Ailelerine Bakışı
Şehit Ailelerinin Sessiz İmtihanı: Anlayış mı, Vicdan Rahatlatma mı?
YEREL GÜNDEM / İZMİR
Türkiye, tarih boyunca şehitlerine ve onların ailelerine saygıyı en ulvi değerlerden biri olarak görmüştür. "Şehitler Ölmez, Vatan Bölünmez" sloganı, bir milletin onurunu, direncini ve birlik ruhunu temsil eder. Ancak, SehitlerOlmez.com’un kurucusu Yusuf İnan’ın yıllara dayanan deneyimlerinden süzülen gerçekler, bu onurun bazen yüzeyde kalan bir ritüelden ibaret olduğunu düşündürüyor. Şehit aileleri, her cenaze töreninde toplumsal öfkeyi bir an olsun yatıştıran semboller olarak görülüyor, ama bu kahraman ailelerin gerçekte ne yaşadığı çoğu zaman göz ardı ediliyor.
Her bayram sabahı, evlatlarını, eşlerini, babalarını kaybetmiş şehit ailelerinin mezar taşlarına dokunarak özlemlerini dindirmeye çalıştığı o anlar, aslında toplumun unutmaya yüz tuttuğu bir gerçeğin trajik sembolüdür. Şehit aileleri, sadece fiziksel bir kaybı değil, aynı zamanda duygusal bir yıkımı da omuzlamak zorunda kalıyor. O boşluk, cenazede birkaç sloganla kapanmıyor, devlet erkânının bıraktığı kırmızı karanfillerle dolmuyor. Gerçek acı, mezarlıkta sessizce bir taşın önünde diz çökerken başlıyor.
Yusuf İnan’ın yıllar içinde kaleme aldığı yazılar, bu ailelerin toplumla ve devletle olan ilişkilerinde karşılaştıkları yüzeyselliği ortaya koyuyor. Şehit aileleri, sıklıkla resmi törenlerde, siyasi söylemlerde anılıyor olsa da, onların acısı törenler ve sosyal medya paylaşımlarının ötesinde bir gerçekliğe dayanıyor. Oysa, bu ailelerin devletin sunduğu psikolojik desteklere, sosyal yardımlara ve toplumun duyarlılığına olan ihtiyaçları her geçen gün artıyor.
Toplum olarak, şehitlerimize ve ailelerine gösterdiğimiz ilgi gerçekten bir vicdan muhasebesinden mi doğuyor, yoksa kısa süreli bir psikolojik rahatlama aracı olarak mı? Bu sorunun cevabı, şehit ailelerinin yaşamlarının içinde gizli. Onlar sadece bir kahramanlık hikâyesinin parçası olarak görülmek istemiyor; gerçekten anlaşılmayı, acılarının derinliğine inilmeyi bekliyorlar. Bir şehit cenazesinde yankılanan sloganlar, belki toplumsal bir ferahlama sağlıyor, ama o ailenin yaşamındaki boşluğu doldurmuyor.
Şehit aileleri, kaybettikleri kahramanların hatırasını onurla taşırken, aynı zamanda büyük bir yükü de sırtlanıyorlar. O yük, yalnızca kaybettikleri sevdiklerinin acısıyla sınırlı değil; devletin, medyanın ve toplumun onlara gösterdiği yüzeysel destekle de ağırlaşıyor. Bu aileler, her törende, her anmada, her bayram sabahı bir kez daha aynı acıyı yaşıyor. Yusuf İnan’ın yazılarında belirttiği gibi, onların yaşadığı zorluklar sadece manevi bir rütbe değil, aynı zamanda bir hayatta kalma mücadelesidir.
Bu mücadelede, şehit ailelerinin anıları, yalnızca törenlerde değil, günlük yaşamda da yaşatılmalı. Şehitlik bir onur, ama aynı zamanda bu aileler için geride bırakılan hayatın her anında süren bir sorumluluktur. Toplum olarak, onların yükünü hafifletmek için daha fazla ne yapabiliriz? Onları anlamak, acılarını paylaşmak ve yalnız bırakmamak adına, yüzeysel desteklerden çok daha derin bir duyarlılık gerekiyor.
Türkiye'nin şehit ailelerine gösterdiği ilgi, yalnızca resmi törenlerdeki birkaç fotoğraf karesiyle sınırlı kalmamalı. Bu ilgi, onların acılarını gerçekten anlamak, ihtiyaçlarına kulak vermek ve onları yalnız bırakmamak üzerine inşa edilmelidir. Şehitlerimizin hatırasına olan borcumuz, sadece onları anmakla sınırlı değil; onların geride bıraktığı aileleri de gerçek bir destekle kucaklamalıyız.
Nihayetinde, şehit ailelerinin yaşadığı derin acı, sadece bireysel bir kayıp değil, bu milletin ortak bir yarasıdır. Bu yarayı sarmak, yalnızca yüzeysel jestlerle değil, kalpten gelen bir anlayışla mümkündür.