MİT Müsteşarı İbrahim Kalın ile Stefan Zweig’i birleştiren isim: Rainer Rilke
Şiirini meleklerden aldığını söyleyen ve bu büyük şair!
MİT Müsteşarı İbrahim Kalın ile Stefan Zweig’i birleştiren isim: Rainer Rilke
“Şiir saire nasıl geliyorsa bize de öyle ulaşır. Şiirini meleklerden aldığını söyleyen ve bu büyük iddianın hakkını veren bir şairi ben yok sayamam”
MİT Müsteşarı İbrahim Kalın’ın 4 ay önce yayımlanan kitabı ‘Öze Yolculuk’ta alıntılanan bu dizeler, Alman şiirinin en önemli isimlerinden Rainer Rilke’ye ait…
İbrahim Kalın, söyleşi şeklinde hazırlanan kitapta Rilke ve şiirlerinin kendisi için ne kadar önemli olduğuna geniş yer veriyor ve hatta bir bölümün başında şu dizelerine yer veriyor:
“Gerçi saklandığı yere, o pek yüce olan
Girince bir bakışta tanınan Melek
Dimdik ve görkemli parıltılar salan:
Yalvardı bütün iddialardan vazgeçerek
İzin verilsin diye gezgin kalmasına
Eskisi gibi, dalgın bir tacir olarak yani;
Okumuşluğu yoktu, fazla gelirdi ona da
Bilginlere de görmek sözün böylesini
Herkese emredercesine gösteriyordu.
Levhasına yazılanları yalvarana
Gösteriyor ve istiyordu tekrar: Oku
Okudu O da: Öyle ki Melek hayrandı.
Çoktan okumuş denirdi artık ona
Yapabilendi o, kulak veren ve yapandı.”
Bu dizeler, Kalın’ın kitabında da açıkladığı gibi Hz. Muhammed’e vahyin ilk geliş anını tasvir ediyor. Kalın, Rilke’nin ‘Duino’nun Ağıtları’ kitabına bilhassa değinerek meleklerle yapılan uzun bir sohbet olduğunu söylüyor.
İbrahim Kalın, Rilke’nin modern insanla melekler aracılığı ile konuşmaya çalıştığını söylüyor ve ekliyor:
“Melekleri hissedenler Yaratıcı’yı da bulabilirler”.
(***)
“Rilke şuna dikkat çekiyor: İnsan kendini varlığın ışığına kapattığında ve ruh dünyasını kararttığından bu nurani varlıklarla olan irtibatını da kaybeder. Melekler saflığı, şefkati ve metafizik şeffaflığı taşır hayatımıza. Onlar hayatımızdan çıktığında asli ve ruhi ışığımızı da kaybederiz. Meleklerin olmadığı bir dünyya karanlık ve soğuktur. Melekler tekrar hayatımıza girdiğinde varlığımıza ışık, aydınlanma, nur, ferahlık ve hafiflik gelir. Bu sadece bir edebi lirizm ya da sembolizm meselesi değildir”
RILKE HAYRANI BİR BAŞKA BÜYÜK İSİM
Dünyaca ünlü yazar Stefan Zweig da şairin büyük bir hayranı. Dünya çapında dönemin en çok okunan kitapları arasına giren, eserleri elliyi aşkın dile tercüme edilen Avusturyalı Zweig’ın ‘Rilke’ye Veda’ adlı bir kitabı da bulunuyor.
Bu kitabında Zweig tam olarak şu ifadeleri kullanarak şaire olan hayranlığını betimliyor:
“Bazen bir halk, bir şair öldüğünde şiirin de sanki onunla birlikte öldüğünü düşünür. Belki İngiltere de benzer bir durumu yaşamıştır tek bir on yıl içinde Byron, Shelley ve Keats gittiğinde. Bunun gibi trajik zamanlarda son giden şair aynı zamanda kuşağının şair sembolü olur ve görüp göreceğimiz sonuncusu olduğunu düşünerek titreriz. Bugün biz Almanya’da şair dediğimiz zaman hâlâ onu [Rilke’yi] düşünmekteyiz ve bu arada onun sevgili görünümünü onunla karşılaştığımız her yanda bakışlarımızla aramaktayız, bu görüntü çoktan zamanımızdan ayrılarak zamansız olana geçti ve ölümsüzlüğün mermerden ormanında heykel oldu.”
TÜRK EDEBİYATINDA RILKE
Türk Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden biri olan Peyami Safa, ‘Yalnızız’ adlı eserinde Rilke’den şu alıntıyı yapıyor:
"İnsan küçük çiçeklerin sabahları hangi kımıldanışlarla açtığını bilmelidir. Ve insan meçhul semtlerdeki yolları, beklenmedik tesadüfleri, ve uzun zamandır gelmekte olduğu görülen vedaları düşünebilmelidir: Hala anlaşılmamış çocukluk günlerini. Sessiz, kapanık odalarda geçen günleri ve deniz kıyısındaki sahaları, üstümüzden esen ve bütün yıldızlarla uçan yolculuk gecelerini düşünebilmelidir. Bu da yetmez. İnsanın birbirinden farklı birçok sevda gecelerine ait hatıraları olmalıdır; Doğuran kadınların haykırışlarına ait, içine kapanan, hafif, beyaz, uyuyan lohusalara ait hatıraları olmalıdır. Hem de can çekişen kimselerin yanında oturmuş bulunmalıdır. Kesik kesik gürültüler duyulan, penceresi açık odada ölülerle durmuş olmalıdır."
RAINER RILKE KİMDİR
4 Aralık 1875’te Prag’da dünyaya gelen ve Alman lirik şiirinin en önemli ismi olarak görülen Rainer Maria Rilke, ekonomik bunalımların ve kapitalist gelişmelerin belirlediği sanattan uzak bir çağın içinde yetişmiş, gerek yaşamı gerek yapıtlarıyla hayatı mekanik, cansız bir hale getiren duygulardan yoksun modern çağa, insanların birbirine ve kendi kendisine yabancılaştıran, yalnızlığa iten yaşama biçimine karşı gelmeye çalıştı. Yazarın yaşamını belirleyen olaylar, onun sanatında da büyük değişimlere yol açtı. Tuhaflık duygusu ise onun ana besin kaynağı gibi görünür… Hatta Rilke'nin kafasındaki tuhaflıklardan memnun olmayan arkadaşlarının ona Freud'a görünmesini tavsiye etmelerine karşılık “Kafamda olup bitenleri temizletirsem artık nasıl şiir yazacağım” dediği rivayet edilmektedir…
Ve, Rainer Maria Rilke, İsviçre'de bir hastanede uzun süren acı dolu bir sürecin ardından 29 aralık 1926 tarihinde lösemi nedeniyle hayatını kaybetti. Öldüğünde yalnızca 51 yaşındaydı ve kendi yazdığı mezar taşının altına gömüldü:
“Gül ey saf çelişki
Bütün göz kapaklarının altında
Hiç kimsenin uykusu olamamanın sevinci."
Yani, Rilke'nin mezar taşı bile şiirdir…
İSLAM’A OLAN İLGİSİ
Eserlerinde genellikle toplum tarafından dışlanmış ve kötü durumda olan bireylerin yaşamlarını konu edinen Rilke’nin İslam’a olan ilgisinin yeterince araştırılmadığını belirten MİT Müsteşarı İbrahim Kalın, kitabında bu konuyu şöyle özetliyor:
“Rilke, Rusya’daki İslam kültürü ve Müslüman topluluklar uzmanı olan Friedrich Carln Andreas ile tanışıyor ve ondan İslam hakkında pek çok şey öğreniyor.
(***)
Rilke’nin Rusya ve Kafkas Müslümanları hakkında da bir fikre sahip olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla İslam okumalarının Kur’an-ı Kerim’le sınırlı olmadığını düşünüyorum.
(***)
İçindeki entelektüel-manevi boşluk Rilke’yi İslam’ın kapısına kadar getiriyor. Aradığı şeyi Peygamber Efendimizde buluyor. Rilke gibi bir düşünce ve edebiyat ustasını entelektüel muhtevadan yoksun bir maneviyatçılıkla ve karmaşık ritüellerle tahmin edemezsiniz zaten”
Gözde S. Kadıoğlu
Odatv.com
What's Your Reaction?