Makul yargılama süresinde Anayasa Mahkemesi pes, Türkiye iflas etti

AYM üyeleri görevden kaçınamaz

Makul yargılama süresinde Anayasa Mahkemesi pes, Türkiye iflas etti

Makul yargılama süresinde Anayasa Mahkemesi pes, Türkiye iflas etti

MEHMET GÜN YAZDI

Anayasa Mahkemesi (AYM), 10 Ekim 2023 tarihinde Resmî Gazetede ilan ettiği Keser Altıntaş kararı ile makul sürede yargılanma hakkı ihlallerine ilişkin bireysel başvuruları incelemeyeceğini, düşüreceğini ilan etti.

AYM Genel Kurulu 9’a karşı 3 muhalefet oyu ile verdiği 25 Temmuz tarihli kararda; yargının makul sürede yargılama yapamadığını, bu hakkın sistematik olarak ihlal edildiğini, yargı sisteminin bu konuda adeta iflas etmiş olduğunu resmen tespit, tescil ve ilan ediyor; yargıya ilişkin olarak şimdiye kadar yapılan tüm icraatları yerle yeksan ediyor.

“İhlaller yapısal bir sorundan kaynaklanıyor” diyen AYM “incelenmesini haklı gösteren bir sebep yok” diyerek otomatik olarak kabul etmesi gereken Keser Altıntaş’ın bireysel başvurusunu başına buyruk bir şekilde düşürüyor, benzer diğerlerini de düşürecek.

Makul süre nedir?

Türkiye’nin de resmen üyesi olduğu Avrupa Konseyi çatısı altında kurulmuş Yargının Etkinliği (ve verimliliği) Komisyonu (CEPEJ) yargılamalarda makul süreyi (1) yıl, maksimum (3) yıl olarak belirlemiş bulunuyor. CEPEJ Genel Kurulu’nun kabul ettiği, yargılamaların belli sürede sonuçlandırılması için oluşturulan uygulama rehberinde üye ülkelere davaların 1, 2 ve 3 yıllık sürelerde bitirilmesi tavsiye edilmiş; ancak asıl hedefin bir yıl olduğu belirtilmiş. AYM’nin kararlarına göre 4 yıldan fazla süren davalarda makul sürede yargılanma hakkı ihlal edilmiş sayılıyor.

AYM, yapısal sorunu açıklamıyor, düzeltmiyor

AYM, bireysel başvurularla kendisine verilen görevi “yapısal ve sistemik. sorunların tespiti ile bu konularda ihlal kararları vererek yeni ihlallerin ortaya çıkmasını engellemek” olarak açıklıyor. Fakat AYM, Keser Altıntaş kararında; “sorunu tespit etmek” görevini de ihlal kararı vererek “yeni ihlallerin çıkmasını engelleme” görevini de gidermekten kaçınmakta.

Bireysel başvuruların yığıldığından şikâyet eden AYM, teker teker değilse topluca bir yolunu bulmak için çaba göstermemektedir. İhlale neden olan sebepleri “yapısal bir sorun” diyerek muamma bir yumak haline getirerek taca atmakta; kendisi çözmekten kaçındığı soruna başkalarının çözüm üretmesinin önünü kapatmaktadır.

Anayasa Mahkemesi üyelerinin galat-ı fahişi

Anayasa’nın 6. ve 10. Maddelerini ve 6216 sayılı Kanun ile İç Tüzük arasındaki hiyerarşiyi göz ardı eden AYM’nin, galat-ı fahiş yoluyla kendi iç tüzüğünü dayanak göstererek kendi kendini görevden kurtarması ve bireysel başvuruyu düşürmesi manidardır.

Anayasa Mahkemesinin kendi hazırladığı İç Tüzüğün amacı ve kapsamı “Anayasa Mahkemesinin iç düzenini, işleyişini, teşkilatını, çalışma, yargılama usul ve esaslarını [vb hususları]“ düzenlemektir.” AYM’nin bundan kendi lehine sonuç çıkarması kabul edilebilir değildir.

9 Mart 2023 tarihine kadar yapılan başvurular için getirilen Tazminat Komisyonu’nu geçici nitelikte bulan Mahkeme, Keser Altıntaş kararının 68. Fıkrasında: “makul sürede yargılanma hakkına ilişkin alınan tüm tedbirlere rağmen oluşabilecek zararları gidermeyi amaçlayan “etkili bir başvuru yolunun” mevcut olmadığına dair bir yapısal sorun tespit [ettik] Bu anayasal sorunun çözümü için kararı TBMM’ye gönder[dik]. Bu bağlamda üzeri[mize] düşen anayasal yükümlülüğü yerine getir[dik]” demektedir.

İstenen etkin başvuru yolu AYM’nin kendisi

Bilindiği üzere “AYM’ne bireysel başvuru yolu” geçmişte Türkiye’den bireysel başvuruların yığılması üzerine AİHM ile müzakereler sonucunda getirildi. AİHM de bunu iç hukukta etkin bir başvuru yolu olarak kabul etti. Zamanın Adalet Bakanı Sadullah Ergin, “Uzun yargılamalardan kaynaklı yapılan şikayetlerin AİHM tarafından değil, Türkiye’de oluşturulacak bir iç hukuk yolu vesilesiyle Türkiye içinde çözmeyi önerdik. AİHM de bu teklifimizi kabul etti. Bize bir pilot uygulama teklif etti” diyerek bu durumu açıklamıştı. Gelinen durumda ise AYM, kendisinden önce de etkin bir başvuru yolu getirilmesini talep ediyor.

Gelinen durumda TBMM’nin etkin bir başvuru yolu getirmesini arzu eden AYM, bizzat kendisinin etkin başvuru yolu olarak düzenlendiğini görmezden gelmektedir.

Yapısal sorunu gizlemek

Anayasa Mahkemesi adeta TBMM’ne belirli yönde yeni bir kanun çıkarması talimatı verir gibi hareket etmektedir. Kanaatimce buna AYM’nin “yapısal sorun” terimini manasına aykırı yorumlaması neden olmaktadır. Yapısal sorun ancak ve ancak mevcut yapıda bulunan bir sorun olabilir. Örneğin yargılama usul yasalarındaki eksiklik, bağımsızlığı kısıtlayan anayasal ve yasal düzenlemeler, ihlali gerçekleştirenlerin hesapverirliğini kısıtlayan, liyakati bozan hükümler gibi mevcut yapıda hali hazırda bulunan sorunlar yapısal sorun olabilir; AYM’nin yapılmasını arzu ettiği şekilde bir kanunun yapılmamış olması değil!

Mahkeme yargılamaların uzamasını normal karşılamakta, uğranılan zararlar için tazminat ödenmesini öngören kalıcı bir başvuru yolu olmamasını yapısal bir eksiklik olarak görmektedir. Mahkeme, adeta kanseri aspirin ile tedavi etmeye çalışan bir yaklaşım içindedir. Mahkeme bu anlayışı ve yaklaşımı terk etmeli; CEPEJ standartlarına göre çok uzun süren yargılamaların gecikmesine neden olan sorunları tespit etmeli ve kendisi çözmelidir.

AYM kök sebepleri görmüyor

Makul yargılanma süresinin sistematik olarak ihlaline neden olan yapısal sorunları görmek o kadar da zor değildir. Bunlar (i) avukatların delil toplama yetkilerinin ve dava dosyalarını tekemmül ettirme imkanlarının kısıtlanması; (ii) tarafların kendilerinin bilirkişi bulmalarının, görev verip rapor almaları kısıtlanarak, bunun mahkemelere verilmesi; (iii) tarafların iddia ve savunmaları, delilleri ve bilirkişi görüşlerini sözlü bir duruşmada yüz yüze tartışma haklarının engellenmesi; (iv) davaların duruşmasının tek sözlü celsede karara bağlanmaması gibi birkaç husustan ibarettir.

Anayasa Mahkemesi bu konularda kısıtlayıcı kanun hükümlerini iptal ederek ihlale neden olan sebeplerin tamamını kolayca ortadan kaldırabilir. Bunu yapmak yerine AYM, tazminat mekanizması kurulması, dosyaların komisyona devredilmesi gibi palyatif çözümlerin kalıcı hale getirilmesini beklemektedir.

Zarar tazmin edilmedikçe ihlal giderilmez

Hem AYM hem de yığılan başvuruların yönlendirildiği Tazminat Komisyonu hukukun evrensel ilkelerini çiğneyerek mağdurların gerçek zararlarını tazmin etmekten kaçınmakta; devleti olarak koruyarak sembolik tazminatlara hükmetmekteler.

Davalarının peşinde yıllarca mahkemelerde dolaşan, büyük miktarlarda ücretler ve masraflar ödeyen, kendi değerli zamanlarını ve emeklerini üretmek yerine bitmeyen davalar için boşa götüren, maddi ve manevi varlıkları telef olan mağdurlar zararlarının cüzi bir kısmını bile tazmin ettiremiyorlar.

Nitekim haksız rekabet davası 15 yılda bitmeyen bir müvekkilin bireysel başvurusu haklı bulundu fakat 400,000 Avroyu aşkın zarara uğramış olmasına karşın Tazminat Komisyonu 20,000 TL tazminat ödenmesine karar verdi.

Verdikleri zarardan sorumlu tutulmayan devlet ve görevlileri hak ihlallere son verir ve yapısal sorunları çözerler mi?

Anayasa Mahkemesi AİHM değil

AYM, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) benzemeye çalışıyor.

Oysa AİHM iç hukuka ilişkin doğrudan karar yetkisi olmayan uluslararası bir mahkeme, AYM ise iç hukukta doğrudan etki doğuran millî bir mahkemedir. AİHM’den farklı olarak AYM, ihlale neden olan hükümleri doğrudan iptal edebilir. Böylece AYM, AİHM’den farklı olarak, hak ihlaline neden olan yapısal sorunu doğrudan doğruya kendisi ortadan kaldırabilir.

Fakat AYM, AİHM’ne özenerek Nevriye Kuruç kararında AYM, TBMM’ne bildirimde bulunmuştur. AYM, bu bildirimle görevini yapmış olduğunu düşünmektedir. Oysa bu anlayış ve yaklaşım AYM’ni bir mahkeme olmaktan çıkarmakta, ülkedeki siyasi aktörlerden birisi konumuna düşürmektedir.

AYM üyeleri görevden kaçınamaz

Mahkeme görevini yapmak için yaratıcı yöntemler geliştirmek, ihtiyacı olan kaynakları talep etmek ve her halükârda görevini yerine getirmek zorundadır.

Mademki yapısal bir sorundan kaynaklanan sistematik bir hak ihlali durumu vardır; o halde, AYM’nin bu kapsamda yapılan bütün bireysel başvuruların haklı olduğunu otomatik olarak kabul etmesi gerekir. Bu halde ise AYM hiçbir yapamasa bile ihlalin neden olduğu zararların tam olarak tazmin edilmesine, makul bir miktarın hemen tahsiline, aşan kısmı dava yoluyla ispat ederek tahsil etmekte vatandaşın serbest olmasına karar verebilir.

Gelen işlerin pek fazla olduğu, onlara zaman ayırırsa diğerlerini yapamayacağı gerekçesi konfor arayışının göstermelik mazereti olmaktan öteye gidemez. AYM’nin kendi iç düzenlemesini dayanak göstererek görevini yapmaktan kaçınması açıkça hukuksuzdur.

Anayasa Mahkemesi sorumsuzluk, keyfilik ve konfor makamı değildir. Görevini yapamayanların niçin yapamadıklarının hesabını vermeleri ve görevi yapabileceklerin önünü açmaları uygun olur.

Davalar makul sürede sonlandırılmalı

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülükler ile cezai alanda yöneltilen suçlamalara ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Makul süre CEPEJ’e göre 1 sene, en fazla 3 senedir.

Anayasa Mahkemesine göre de Anayasa’nın 36. ve 141. Maddeleri gereğince devlet, uyuşmazlıkları ve davaları makul sürede sonuçlandırmak için gerekli tüm tedbirleri almak, yargılama sistemini ve mahkemeleri davaları makul bir süre içinde karara bağlayacak şekilde kurmak ve düzenlemek zorundadır.

İşin doğrusu yargıya iyi bir çeki düzen verilirse Türkiye’deki bütün davalar CEPEJ rehberinde hedeflendiği gibi 1 yılda değil, çok daha kısa sürede 3-5 ayda da bitirilebilir.

Süre 3-4 aya kadar inebilir:

Bunun için yapılması gerekenler ise oldukça basittir: Bunlar özet olarak:

(i) mahkemeye gidebilecek bir uyuşmazlık çıktığı andan itibaren tarafların ve avukatlarının dürüst davranışını, vakıalara ilişkin beyanlarının doğruluğunu ve tam olmasını sağlamak;

(ii) uyuşmazlık çözümü için delillerin tam olarak ifşa edilmesini, edilmediği takdirde avukatlarca hızlıca ve suistimale meydan vermeksizin toplanmasını sağlamak

(iii) bilirkişileri hâkim yardımcısı gibi kullanma alışkanlığına son vererek tarafların bulmasını, görev vermesini sağlamak;

(iv) tanıkların dava öncesinde ifadelerinin yazılı olarak alınmasını temin etmek;

(v) dava açılmasından önceki aşamada tarafları sulh ve uzlaşmaya teşvik etmek;

(vi) buna rağmen mahkemeye intikal eden dosyaların iyi hazırlanmış ve hemen yargılamaya başlanabilir hale gelmesini sağlamak ve

(vii) hemen açılacak tek celsede yüz yüze sözlü yargılama yaparak kararı hemen verilmesini sağlamak.

Nasıl yapmalı?

Oluşturacak adli hazırlık mahkemeleri ile dava öncesi sürecin suistimal edilmesini önlemek, etkili koruyucu ihtiyati tedbirler alarak bir yandan uyuşmazlık konusunu muhafaza ederken diğer yandan tarafları sulh ve uzlaşmaya yönlendirmek ve aynı zamanda yeterli olacaktır. Bu sistem benimsendiği takdirde bir yandan mahkemelere giden iş miktarı ve yargının iş yükü 10’da dokuz oranında azalacak, davaların süresi ise 3-4 aya kadar inecektir. Mahkeme sayısı 7,000’den 2 bin civarına; hâkim sayısı 24 binden 8 bin civarına inerken, yargının etkinliği ve verimliliği (efficiency), 10 katına çıkarılabilir. Bu ayna zamanda toplumsal uzlaşmayı ve dayanışmayı kat be kat güçlendirerek milli geliri bir çırpıda 3 – 4 katına zıplatabilir.

Sorun varsa çözüm de vardır

Türkiye’nin yargı da dahil çözülemeyecek hiçbir sorunu yoktur; yetişmiş yeterli insan kaynakları, edinilmiş acı tatlı tecrübeleri, sorunu çözme isteği ve çözüldüğü takdirde ede edilecek çok yüce bir istikbali de mevcuttur.

Ancak çözümün gerçekleşmesi için sorunun dürüstçe tespit edilmesi, kök sebeplerinin samimi olarak ortaya konulması ve çözüm önerilerinin partizan olmayan bir anlayışla değerlendirilmesi gerekir.

Ancak bunun için en başta Anayasa Mahkemesinin görevden kaçmayıp, çözümün başlangıcına vesile olması, bireysel bir yük değil, çözüm için bir fırsat olarak görmesi, düşürme kararı vermeyip, her birisini lime lime inceleyerek çözümler üretilmesi için ampirik veri üretmesi gerekir.

https://yetkinreport.com/2023/10/17/makul-yargilama-suresinde-anayasa-mahkemesi-pes-turkiye-iflas-etti/

MEHMET GÜN