Kul Erdoğan, Çocuklarından ve Torunlarından Kaç Yıl Ayrı Kalabilir?
YUSUF İNAN YAZDI...
Kul Erdoğan, Çocuklarından ve Torunlarından Kaç Yıl Ayrı Kalabilir?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bitlis’te konuştu. 'Eski Türkiye' vurgusu yaptı: Yoksulluğun, yasakların, baskıların olduğu o günler artık geride kaldı, dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan yerden göğe kadar haklı!
Evet, 'Eski Türkiye'de yasaklar ve baskılar akıl almaz boyuttaydı. İnsanlar çaresizliği iliklerine kadar yaşıyordu.
İsterseniz 'Eski Türkiye'den yaşanmış birkaç örnek vereyim.
Karamürsel Eğitim Merkez Komutanlığı’ndayız... Bir binbaşı yana yakıla ağlıyor. Üstü başı perişan. Yanına gittim. "Binbaşım, hayırdır, bir şey mi oldu? Bir yardımım dokunur mu?" dedim. Binbaşı binanın arkasına doğru yürüdü, insanlardan kaçtı. Hemen arkasından arkadaşları geldi. "Problem yok. Amiral tüm personelin önünde hakaret etti, tokat attı," dedi.
Şaşırdım. "Peki neden?" diye sordum.
Hanımının başı örtülü olduğu için!
Aynı Amiral, akşam saatlerinde Karamürsel Eğitim Merkezi Komutanlığı’ndaki subay lojmanında bir yüzbaşının evine girerek evi talan etmiş, çocuklarının ve karısının önünde yüzbaşıyı tartaklamıştı.
Lojmandaki bir arkadaşıma sordum, neden böyle bir şey yapmıştı?
Eşinin başı örtülü olduğu için, demişti.
Almanca öğretmeni olan yüzbaşı, ertesi gün Tersane Komutanlığı’na tayin edildi. Bir hafta sonra başka bir yere atandı. Orayı da uygun görmemiş olmalılar ki, arka arkaya beş kez tayin yeri değiştirildi. Hem de birlikten ayrılmadan.
O dönem benim de tayinim büyük istek üzerine İzmir’e çıkmıştı. İlişiğimi kesmek için evrak imzalatmaya gittim. Amiral, yüzbaşının evraklarını imzalamıyordu.
Emir astsubayı, "21 gün hapse atacaklar," dedi.
Suç?
Suç yok!
Yüzbaşının evrakını aldım, emir astsubayına benim evraklarla birlikte verdim. Emir astsubayı imzalatıp getirdi.
Kurmay Başkanı Ulvi Birsay sağ olsun, makam arabasını benim için tahsis etmişti. Yüzbaşıyı ve diğer personeli de Kurmay Başkanı’nın makam arabasına bindirdim. Lubarağzı’na (nizamiye) geldim. Nöbetçi askerler tüfekleri doğrulttu. Nişan aldı. Nöbetçi er çığlık çığlığa bağırıyor, "Yüzbaşı falan falan araçtan in!"
Nöbetçi erlere pencereden yüzümü gösterdim.
"İndir silahı, aç kapıyı!"
Askerler biraz korkardı benden, niyeyse, kapıyı açtı ve çıktık.
Kurmay Başkanı arkamızdan koşuyor.
"Arabayı durdur!
Biz lumbarağzından dışarı çıktık.
Ulvi Birsay, 'Yusuf, sen bu işe karışma, yüzbaşıyı ver. Siz gidin,'" dedi.
Yüzbaşının elinden evrakı aldım. "Albayım, bakın, amiral imzaladı. Yüzbaşı artık bu birliğin personeli değil." Ulvi Birsay ile çok maceramız olduğu için daha fazla üsteleyemedi.
Yüzbaşı yolluk harcırahını alıp atandığı birliğe gidecekti. Hanımı ve çocukları lojmanda mahsur kaldı. Amiral emir vermiş, "Lojmandan dışarı çıkarmayın."
Sağ olsun, devre arkadaşım Orhan Astsubay hava kararınca yüzbaşının hanımını ve çocuklarını kendi arabasına bindirerek Karamürsel Eğitim Merkezi Komutanlığı Lojmanları’ndan dışarı çıkardı. Yüzbaşı da dışarıda ailesiyle buluşup otele gitti.
Bu sefer eşyalarını taşımasına izin vermediler.
*
Prof. Dr. İskender Pala, kendisi anlatsın!
Karamürsel Eğitim Merkezi Komutanlığı Lumbarağzı’nda nöbetçiyim. Bir binbaşı, bir üsteğmen, bir asteğmen bir de ben varım!
Sivil giyimli bir şahıs içeri girmek istiyor. Askerler kabul etmiyor. Askerlerle sivil giyimli şahıs münakaşa ediyor. Binbaşı ile üsteğmen de kıs kıs gülüyor.
Dışarı çıktım, askerlere sordum, "Ne oluyor, neden münakaşa ediyorsunuz?"
Sivil şahıs kimliğini çıkardı. Kimliğe baktım, Binbaşı İskender Pala yazıyor. "Buyurun binbaşım, nedir sorun?" dedim.
"Askerler kimliğimi alıkoymak istiyor. Ben daha önce bu birlikte nöbetçi heyetindeki binbaşı ve yüzbaşı ile beraber görev yaptım. Buraya konferans için davet edildim. Çıkarken lojman kapısından çıkacağım, askerler kabul etmiyor," dedi.
Askerlere dönüp emir verdim. "Binbaşımız geçsin. Kendisi ünlü bir edebiyatçıdır. Rütbeye saygınız yoksa bari edebiyata saygınız olsun," dedim.
İskender Pala çok şaşırdı.
"Astsubayım, siz beni nereden tanıyorsunuz?" dedi.
"Binbaşım, sizi kim tanımaz ki? Buyurun, geçin! Problem yok. Askerler bilse, size zorluk çıkarmazdı," dedim.
İskender Pala konferansa gitti. Bizim nöbet kulübesinde kıyamet koptu.
İskender Pala’nın hayat hikâyesini Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral Orhan Karabulut’tan dinlemiştim. Vefat etmişse, ruhu şad olsun. Çok mert bir komutandı. Bismillah kelimesinden irtica üretildiği yıllarda Donanma Komutanlığı’nda oruç tutuyordu.
*
Yer İzmir Güney Deniz Saha Komutanlığı.
Sahil Evleri Askeri Gazino ve Lojmanları’nda nöbetçiyim. Askerler bir aracı durdurdu, münakaşa ediyor. Yanlarına gittim.
Araçtan bir beyefendi çıktı, kimliğini gösterdi. "Maltepe Askeri Lisesi’nde binbaşıyım," dedi. Arkasından genç bir bayan indi, o da kimliğini gösterdi, o da yüzbaşı...
Araçta iki yaşlı şahıs var. Binbaşının babası, tahmini yaşı 70-75 arası, hafif sakalı var. Yanında eşi hanımefendi var, başı kapalı. Onun da yaşı tahmini 70-75.
Yüzbaşı söze girdi. "Bu akşam çocukların doğum günü var. Pasta alıp çıkacağız," dedi. Askerlerin itirazına rağmen ben izin verdim, girdiler.
İki dakika sonra çığlıklar, bağrışmalar gecenin karanlığını yırtıyor. Time emir verdim, saldırı var. Koştuk, baktık ki, Güney Deniz Saha Komutanı ve komutanlar binbaşı, eşi yüzbaşı, emekli astsubay ve eşine çığlık çığlığa bağırıyor.
Binbaşı ve yüzbaşı esas duruşta duruyor. Emekli astsubay ve eşi de perişan haldeler.
Yanlarına gittim.
Güney Deniz Saha Komutanı Koramiral Taner Uzunay onları bıraktı, bana bağırmaya başladı.
"Amiralim, bu olayı büyütecek bir şey yok. Bu beyefendi binbaşı, bu da hanımı yüzbaşı. Bu amca, babası emekli astsubay, bu teyze de hanımı. Çocukların doğum günü var. Pasta alıp çıkacaklar."
"Sen benim emrimi mi çiğniyorsun? Adamın sakalı var, kadın başörtülü. Sen emrimi görmedin mi?" dedi.
"Gördüm ve okudum. Genelkurmay Başkanlığı’nın da bir emri var. Yaşlı sakallı ve başörtülü emekli subay ve astsubay ve ailelerinin sosyal tesislere girip çıkması serbest diyor. Bu emekli astsubay, bu orduya yıllarca hizmet etmiş. Onu bu tesisin kapısından geri çevirmek bize yakışmaz."
Ben de her zaman olduğu gibi biraz şöhretliyim. Başkası olsa bir dakikada 21 gün hapse atarlardı ama bana fazla ses çıkarmadılar.
Taner Uzunay sinirli bir ses tonuyla, "Tamam, yüzbaşı girip pastayı alsın ve çıkıp gitsinler," dedi.
Pastayı alıp almadıklarını merak edenler olabilir. Maalesef pastayı almadan çıkıp gittiler!
Daha anlatacak çok hikâye var da, arif olana bu kadarı yeter!
Eski Türkiye böyleydi!
Ben de o eski Türkiye’den kurtulmak için yenilikçilere, Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarına bir umut diye sarıldım. AK Parti’nin kuruluşunda yer aldım.
Bu olayları yaşamış ve şahit olmuş bir gazeteci ve yazar olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hak vermemek olmaz...
Peki, Yeni Türkiye nasıl?
Eski Türkiye’den farklı mı?
Yoksulluk, yasaklar ve baskı bugün yok mu?
Yeni Türkiye’nin mimarı, bizim içimizden çıkıp saraya oturunca eski günleri unutmuş olabilir.
Eski günlerin hatırına kendisine bir soru sormak istiyorum:
Kul Erdoğan ve eşi Emine Hanım, çocukları Ahmet Burak Erdoğan, Bilal Erdoğan, Esra Erdoğan, Sümeyye Erdoğan'dan kaç yıl ayrı kalabilir?
Torunlarından kaç yıl ayrı kalabilir?
Bir yıl mı, iki yıl mı, üç yıl mı, beş yıl mı, yedi yıl mı?
'Eski Türkiye’nin enkazından zar zor çıkıp gelen ben, Erdoğan’ın 'Yeni Türkiye’sinde çocuklarımdan 7 yıldır ayrıyım...
Çocuklarımı son kez öpemeden yanlarından ayrılmak zorunda bırakıldığımda Elif 1,5 yaşındaydı, Ayşe de beşikteydi.
Elif şimdi 8,5 yaşında. Ayşe de 7 yaşında...
FOTO: Ukrayna - 2024 - Elif ve Ayşe Ukrayna'da sığınakta...
Yedi yıldır Ukrayna'da, şehir dışında, ıssız bir bağ evinde, savaşın içinde ölüme terk edilen çocuklarımın yanına gidemiyorum. Onları savaşın içinden çıkarıp Türkiye'ye getiremiyorum. Eski dönemin bir mağduru, AK Parti kurucusu bir gazeteci ve yazar olarak, 'Yeni Türkiye'nin kurucusuna sesimi duyuramıyorum!
Eski Türkiye mi daha kötüydü, 'Yeni Türkiye' mi?
Karar veremiyorum!
Ama siz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın övündüğü 'Yeni Türkiye’yi alkışlayabilirsiniz.
YUSUF İNAN / YEREL GÜNDEM
Twitter: @Yusufinan2023
İnstagram: yusufinan2023
İnstagram: fondinan2016
E-Mail: [email protected]