Kadına Şiddet mi, Güçsüze Şiddet mi?

Adalet, merhamet ve vicdan

Kadına Şiddet mi, Güçsüze Şiddet mi?

YUSUF İNAN YAZDI...

Kadına Şiddet mi, Güçsüze Şiddet mi?

Bu ülkede her gün yeni bir trajediyle uyanıyoruz. Bir kadın daha öldürülüyor, bir çocuk daha şiddetin kurbanı oluyor. Ama sorun sadece “kadına şiddet” değil, daha derin, daha karmaşık bir gerçekle yüzleşiyoruz: Güçsüze şiddet. Hem de orantısız bir şiddet.

Türk kadınları da öldürülüyor, yabancı kadınlar da. Erkekler de şiddet görüyor, çocuklar da. Sorun bir cinsiyetten, bir gruptan ibaret değil. Sorun, toplumda merhametin kaybolmuş olması, güçlünün güçsüze her alanda hükmetmesi.

Herkes birbirini suçluyor, herkesin dilinde klişe sözler var. Ama kimse durup da asıl soruyu sormuyor: Neden bu hale geldik? Neden çocuklarımız uyuşturucunun ağına düşüyor, neden kadınlarımız en temel haklarından mahrum kalıyor, neden sokaklarımız güvensiz?

Emine Bulut’un trajik ölümü, bir an için hepimizi sarstı. Ama bu sarsıntı geçici. Toplum olarak şiddetin her biçimine o kadar alıştık ki, artık acılar bile medyatik olduğu sürece gündemimizde kalıyor. Oysa bu ülkede kadına, çocuğa, güçsüze yönelik şiddet her gün, her sokakta yaşanıyor. Peki bu şiddeti nasıl durduracağız?

Prof. Dr. Ersan Şen’in dediği gibi, adalet sistemimiz suçluları rehabilite etmek yerine onları topluma birer “suç makinesi” olarak geri gönderiyor. Cezaevinden çıkan biri, belki de daha tehlikeli hale gelmiş olarak geri dönüyor. Bu şiddet döngüsünü kırmak mümkün mü? Elbette. Ama önce sorunun kökenine inmemiz gerek: Toplum olarak nereye gidiyoruz?

Şiddet, yalnızca bir cinayet haberiyle sınırlı değil. Baba, anneye şiddet uyguluyor; anne, çocuğa; çocuk da masum bir hayvana… Bu döngü, ülkemizde sevgi ve merhametin yerini nefrete bıraktığının en acı göstergesi. Şiddet, artık yalnızca fiziki değil, duygusal, psikolojik ve ekonomik bir boyut kazanmış durumda.

Ülkemizde kadın cinayetleri ve şiddet üzerine açıklama yapanlar, sıklıkla olaylara yüzeysel bakıyor. Suçu tarikatlarda, cemaatlerde, din derslerinde arayanlar, sorunu daha derin bir toplumsal hastalığın sonucu olarak görmekten kaçınıyor. Oysa sorun sadece belli bir kesimin değil, toplumun tamamının sorunudur. Din eğitimi, ahlaki değerler, merhamet ve vicdan… Bunlar, çocuklarımıza devlet eliyle verilmeli ki, güçlü olmanın, merhametsizce hükmetmek anlamına gelmediğini öğrensinler.

Necip Fazıl Kısakürek’in Reis Bey repliklerinde sorduğu gibi: “Merhamet nerede?” Reis Bey, hayatı boyunca adaleti soğukkanlılıkla uygulamış, ama sonunda anlıyor ki, asıl eksik olan şey merhametmiş. Biz de toplumsal olarak aynı noktaya geldik. Şiddeti cezalandırmak elbette gereklidir, ama merhameti kaybetmiş bir toplumda cezaların bile bir anlamı kalmıyor. Cezalar suçu engellemiyor, yalnızca geciktiriyor.

Kadınların, çocukların, güçsüzlerin gözyaşlarını silecek bir vicdan nerede? Toplum olarak bu soruyu sormak zorundayız. Eğer birbirimizi suçlamaya, güçsüze şiddet uygulamaya devam edersek, bu ülkenin yaraları daha da derinleşecek. Necip Fazıl’ın dediği gibi, “merhamet kaldırılmış kalplerle” yol almaya çalışıyoruz. Ve bu yol bizi hiçbir yere götürmüyor.

Bu ülkede kadınlar öldürülüyor, çocuklar dövülüyor, gençler uyuşturucuya sürükleniyor. Ama suçlu sadece bireyler değil. Suç hepimizde. Bir toplum olarak, güçlü olanın güçsüzü ezdiği, sevgi yerine nefretin yayıldığı bir düzen kurduk. O düzeni değiştirmek ise ancak kalplerimize geri dönecek merhametle mümkün.

Adalet, merhamet ve vicdan. İşte bu üç kavramın yeniden hayat bulduğu bir Türkiye, güçsüzlerin ezilmediği, gözyaşlarının silindiği bir ülke olabilir. Ve ancak o zaman, bu topraklarda gerçek anlamda bir değişim başlayabilir.

YUSUF İNAN / YEREL GÜNDEM

www.yerelgundem.com

Twitter@Yusufinan2023

İnstagramyusufinan2023

İnstagramfondinan2016

E-Mail: [email protected]