Dinde reform talebiyle Kızıl Goncalar

Kızıl goncalar neden Türkiye gündemini sarstı?

Dinde reform talebiyle Kızıl Goncalar

Dinde reform talebiyle Kızıl Goncalar

Kızıl Goncalar’ın yeni sezonda hem kendi başına hem izleyicinin başına nasıl dertler açacağını bilmiyorum. Ama bir yara kaşındı, kabuk hareket etti. Öyle olmasaydı üzerine en fazla komplo teorileri kurulan dizilerden biri olmazdı.

Bazı yazı veya videoların altına alt tarafı dizi, neden bu kadar analiz yapmaya çalışıyorsunuz diyen sosyal medya kullanıcıları için bir not; bir sosyal bilimci olarak toplumu anlamaya çalışırken kullandığım araç, diziler ve izleyicileri. Hepimizin bir ekranın karşısında izleyici olduğumuz gerçeği ile toplumu bir popüler kültür ürünü olan ve tabiri caizse ‘hafif’ bir ürün olan diziler üzerinden analiz etmeye çalışmak bugün sıkça kullanılan bir yöntem. Bu sebeple diziler ve izleyicileri sadece iletişimciler, sosyologlar için değil, psikologlar, siyaset bilimciler için de kullanışlı bir araca dönüştü. Dizi, 19. bölümüyle sezon finali yaparken izleyicinin aklındaki soruları çoğalttı. Sosyal medyada Meryem’in rüyalarını yorumlayanlar, dizideki sembolleri (örneğin; güvercinler) anlamlandırmaya çalışanlar bir yana sekülerler kötü gösteriliyor, tarikatçılar olumlanıyor tartışmaları da bitmedi. Bu yazıda hem aklımdaki sorularla dizinin bende bıraktığı izleri hem de Kızıl Goncalar dizisini kim izliyor sorusunu açıklamaya çalışacağım.

Kızıl Goncalar dizisinde hikayede iki farklı düzey var. Biri yüzeyde ve dizinin ticari hedeflerini destekliyor. Diğeri derinde ve senarist belki bilinçli belki bilinçsiz mevcut toplumsal durumun ontolojisini yapıyor. Yüzeyde olan tarafta tenis maçı izler gibi bir o tarafa bir bu tarafa baktırılıyoruz. Toplumda kendimizi konumlandırdığımız yere göre bir sayı kazanıyoruz, bir sayı kaybediyoruz. Yüzeyde olan taraf bize bu bir dizi, kurgulanmış bir hikaye, belgesel değil diyor. Derinde ise söylenen şöyle: Biz insanlar anlayamadığımız şeylere vakıf olmak için, yani hakikat için, farklı yollar izleriz. Bu yollardan ikisi din ve bilimdir. İkisi farklı kutuplardadır, farklı araçlar kullanır, farklı yollar izlerler. Biri inanma, diğeri bilme üzerinedir. İkisi de yolcudur ama hancıymış gibi yaparlar. Birinin devri geldiğinde diğeri söner, sonra bu konumlar yer değiştirebilir. Aynı bu toplumda olduğu gibi. Kim hancılığını ilan ederse diğerine izin verme ya da kısıtlama hakkını görür kendinde. Her iki devir de baskıcı, dayatmacı olabilir. Kötü olan baskıdır, kimin baskılayıcı olduğu değil.

Derin düzeyin en önemli özelliği seküler ve dindar karşıtlığını karşılıklı kurucu ve birbirine bağlı olarak tanımlaması olabilir. Bu anlamda hiçbir zaman bir mutlu son olamaz bu hikayede. Olursa da ancak yüzeyde olur. Maç biter ve sadece biri maçı kazanır. Bu ontolojinin doğru dışavurumu muğlaklıktır, sonuçsuzluk, belirsizliktir. Berabere değil, sonsuz maç hali. Çözüm birinin diğeri içinde erimesi olamaz. Bu en kötüsü olur, baskı ve dışlamanın kurulu düzen olması halidir. En iyi beklenti sen de varsın ben de varım, farklıyız, seni sevememdir. Daha derine inersek aslında ben senim, sen de bensin der. Biraz daha açayım; her seküler biraz dindar, her dindar biraz sekülerdir.

Seküler karakter Levent ile tarikat şeyhi Cüneyd’in felsefi tartışmalarında Cüneyd’in batı felsefesini bilmesi seküler izleyiciyi biraz rahatsız etmişti. ‘Öteki’nin kendine benzemesi en son isteyeceği şeydir. Ayrı mahallerinin benzerliğini kabul etmek zordur. Oysa Meryem tarikattan çıkarak, Can tarikata girerek ayrı mahalleler arasında geçişkenlik çoktan başladı. Bu, dizinin alt metninde hep gördüğümüz, sürekli hatırlatılan ‘müzakere’ alanına karşılık geliyor bu geçişkenlik. Ama son bölümde bu müzakere alanında çok zor bir kapı açıldı; Cüneyd 'Dinde reform olamaz mı?' diye sordu. Ötekine açılan pencere içinden karşı mahalleye bakarken yaşanan kavgaların sadece gerçek hayattaki tarikat kavgalarına değil, toplumun farklı kesimlerine ve hepsinin birbirine ne kadar benzediğini gördük. Ama reforma en kapalı alan için bu talebin yapılması sadece bir kurgu hikayenin değil, izleyicinin düşüncelerini de sorgulamasını içeriyor, bu yüzden çok cesur bir soru olarak karşımıza çıkıyor.

Tayfun Atay bir yazısında “iki kutup izleyiciye de yaranamayan dizi” diyordu Kızıl Goncalar için. Peki reyting sonuçlarına göre diziyi kim izliyor açıklayayım. 45 yaş üzeri çalışan kadınlar ve ev kadınları diziyi en çok izleyenler, bu kadınlar çoğunlukla İzmir’de yaşıyor. Yine 20 yaş üzeri ve ABC1 sosyo-ekonomik kategorisinde yani daha eğitimli ve meslek sahibi kadınlar da dizinin en yüksek izleyici grubunu oluşturuyor. Bu veriler bizi özellikle şehir ve bölge verilerinden yola çıkarak daha seküler izleyiciye götürüyor. Türkiye’de hanelerdeki asıl gelir getiren kişinin çoğunlukla erkekler olduğunu düşünürsek örneğin son bölümde bu kategoride 9,69 reyting alıyor dizi. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki izleyiciden diziye düşük reyting geliyor. Genç izleyici de (5-11, 12-19 yaş arası) diziye daha az ilgi gösteriyor. Sosyal medyada ise dizideki sembolleri ve rüyaları yorumlayan izleyici karışık hem muhafazakar hem sekülerler var. Reyting ölçümlerinin bize göstermediği, diziyi televizyon ekranından izlemeyen izleyicinin profilinde genç, kadın, muhafazakar izleyici var. Ama televizyon içeriğini televizyondan takip edenler daha çok sekülerler olmuş.

Kızıl Goncalar’ın yeni sezonda hem kendi başına hem izleyicinin başına nasıl dertler açacağını bilmiyorum. Ama bir yara kaşındı, kabuk hareket etti. Öyle olmasaydı üzerine en fazla komplo teorileri kurulan dizilerden biri olmazdı. Şerif Mardin’in Feuerbach alıntısıyla bitireyim: “Duygu açık gözlerle gördüğümüz bir rüyadır, din uyanan bilincin rüyasıdır, rüya dinlerin esrarının anahtarıdır.” İyi seyirler dilerim.

*Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, İletişim Yayınları, 1983-2019 (1. Baskı 1969)

Aylin Dağsalgüler[email protected] / DUVAR