Anayasa Mahkemesi’nin Vaaz Kürsüsü Olması!

Dindar Yargıçların Adaletinde Çaresizlik: Din, İnanç ve Adalet Çatışması

Anayasa Mahkemesi’nin Vaaz Kürsüsü Olması!

YUSUF İNAN YAZDI...

Adaletin Dindar Gölgeleri: Anayasa Mahkemesi Başkanlarının Söylemleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Etkisi Üzerine Bir Analiz

Türkiye’nin hukuk sistemi, son yıllarda din, adalet ve ahlak arasındaki gerilimle birlikte derin bir dönüşüm yaşıyor. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) son başkanlarının konuşmaları, toplumsal vicdanda geniş yankı uyandırdı. Kadir Özkaya'nın Kur'an-ı Kerim’den alıntılar yapması, adaletin tecellisi konusunda dindar yargıçların söylemlerini gündeme getirdi. Ancak bu konuşmalar, hukuki kararların adalet arayışını tatmin etmesi gereken mahkemelerin yerini vaaz kürsülerine bıraktığı eleştirilerine neden oluyor.

Dindar Yargıçlar ve Anayasa Mahkemesi Başkanları: Tezatlarla Dolu Bir Resim

Kadir Özkaya’nın Doç. Dr. Metin Kıratlı’nın yemin töreninde yaptığı konuşmada Kur’an-ı Kerim’den alıntı yaparak, “Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma!” ifadelerini kullanması, adaletin vicdani boyutunu öne çıkardı. Özkaya, Gazze'deki zulümlerden bahsederken cesaret ve adaletle müdahale edilmesi gerektiğine vurgu yaparak, insan olmanın vicdani bir sorumluluk olduğunu belirtti. Bu sözler, adaletin salt bir hukuk meselesi değil, ahlaki ve dini bir görev olduğunu ima ediyordu.

Özkaya’nın selefi Zühtü Arslan ise Suphi Paşa'nın tarihi örneği üzerinden adalet vurgusu yaptı. Arslan, Namık Kemal’in yargılandığı bir davada İstinaf Mahkemesi Başkanı Suphi Paşa'nın, "Yarın Hünkârın da benim de huzuruna çıkacağımız bir hâkim vardır ki yalnız ondan korkarım." sözlerini hatırlattı. Arslan’ın bu söylemi, hukukun üstünlüğüne yapılan çağrıyı pekiştirirken, adaletin ilahi boyutuna dikkat çekiyordu. Her iki başkanın da Kur'an ve tarihsel örneklerden yola çıkarak adalet çağrısı yapması, adaletin ahlaki boyutunu öne çıkaran bir söylemi güçlendirdi.

Ancak bu söylemler, adaletin tecellisi için yeterli olmadı. Türkiye’de adalet sisteminin iç işleyişinde hala ciddi sorunlar var. Her iki dönemin AYM başkanları, konuşmalarında etkileyici ifadeler kullansalar da, mahkeme kararlarının somut adalet sağlama noktasında yetersiz kaldığına dair eleştiriler artıyor. Dindar yargıçlar, Allah korkusu ve vicdan temelli söylemleriyle adaletin sağlanacağına dair umutları diri tutsa da, gerçek hayatta adaletin tecelli etmediği görülüyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Sessizliği ve Anayasa Mahkemesi’nin Vaaz Kürsüsü

Türkiye'nin en yüksek dini otoritesi olan Diyanet İşleri Başkanlığı, toplumsal sorunlar ve adalet konularında yeterince etkili bir duruş sergileyemedi. Anayasa Mahkemesi başkanlarının son dönemde yaptıkları konuşmalar, Diyanet İşleri Başkanları’nın sözlerinden çok daha fazla etki yarattı. Bu durum, dinî liderlerin toplum üzerindeki etkilerinin azalmasına ve yargıçların ahlaki bir otorite olarak öne çıkmasına neden oldu.

Diyanet İşleri Başkanları, adaletin sağlanması konusunda dini referanslar sunma kapasitesine sahip olmalarına rağmen, bu yönde güçlü bir söylem geliştiremediler. Anayasa Mahkemesi başkanları ise, kararlarında adaletin tecellisini sağlamaktan çok, toplumu vicdanen rahatlatan vaazlar vermeyi tercih ettiler. Bu durum, dini temelli adalet arayışının hukuki düzlemde karşılık bulmadığı bir tabloyu gözler önüne seriyor.

Dindar Yargıçların Adaletinde Çaresizlik: Din, İnanç ve Adalet Çatışması

Dindar yargıçların başkanlık ettiği adliyelerde, milyonlarca insanın mağdur edilmesi, hukukun ve adaletin sağlanamadığını gösteriyor. Özellikle, Türkiye’de dindar bir iktidarın yönetiminde mahkemelerde adaletin tam olarak tecelli etmediği, çocukların babasız veya annesiz kalması, bebeklerin anneleriyle birlikte cezaevlerine atılması gibi dramatik olaylar, dindar yargıçların adaletin sağlanmasında yetersiz kaldığı gerçeğini gözler önüne seriyor. Dinî hassasiyetleri yüksek yargıçların yönetimindeki bir adalet sisteminde bile hukukun üstünlüğü, ahlak ve vicdan ekseninde zayıf kalıyor.

Özellikle 15 Temmuz sonrası Türkiye’de yaşanan süreçte, binlerce kişinin hukuksuz biçimde cezaevlerine atılması, dindar yargıçların adalet sağlama konusundaki başarısızlıklarını ortaya koydu. Dinî değerlere dayanan bir adalet anlayışının, somut olaylar karşısında çaresiz kaldığı ve hukukun üstünlüğü ilkesinin çiğnendiği görüldü. Bu durum, inançların adaletin tecellisi için yeterli olmadığını ve dindar söylemlerin hukuki kararlarla desteklenmesi gerektiğini gösterdi.

Sosyolojik ve Psikolojik Boyut: Dindar İktidar, Dindar Yargıç ve Adaletin Sosyal Yıkımı

Adaletin tecelli etmediği bir hukuk sistemi, toplumun psikolojisi üzerinde derin yaralar açtı. Dindar bir iktidarın yönetiminde, dindar yargıçların başkanlık ettiği mahkemelerde adaletin sağlanamaması, toplumda derin bir güven kaybına yol açtı. İnsanlar, adaletin yalnızca ilahi bir hesaplaşma alanında sağlanacağı inancıyla ahirete dair beklentilere yönelmek zorunda kaldı. Bu durum, Türkiye’de adaletin dünyevi mahkemeler yerine, ilahi bir hesap gününe ertelendiği hissini güçlendirdi.

Özellikle adalet arayışında olan ailelerin, çocuklarının cezaevlerine atılmasını engelleyememesi ve anneleriyle birlikte hapsedilen bebeklerin trajedisi, toplumsal vicdanı derinden yaraladı. Dindar bir iktidarın adaletin tecellisi noktasında başarısız olması, inançların sosyal yıkımı önlemede çaresiz kaldığını gösterdi. Bu süreç, adaletin salt bir dini mesele olmadığı, hukukun evrensel değerlerle ve objektif ölçütlerle işletilmesi gerektiği gerçeğini bir kez daha ortaya koydu.

Sonuç: Adalet, Dindarlığın Gölgesinde Kalmamalı

Anayasa Mahkemesi başkanlarının Kur’an ve tarihi örneklerden yola çıkarak yaptığı adalet vurguları, dinî bir referansın adaletin sağlanmasında tek başına yeterli olmadığını gösterdi. Adaletin, dindar bir yargı sistemiyle değil, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dayanan objektif bir yaklaşımla sağlanması gerektiği anlaşıldı.

Türkiye’de adalet arayışının, dini vaazlarla değil, hukuki kararlarla tecelli etmesi gerektiği gerçeği, toplumun her kesimi için bir uyanış çağrısı olmalıdır. Anayasa Mahkemesi’nin vaaz kürsüsü gibi hareket etmesi, adaletin hukuki zeminde sağlanması gerekliliğini ortadan kaldırmamalıdır. Dindar bir iktidarın ve dindar yargıçların adalet sağlayamaması, toplumsal vicdanın derin bir yara aldığını ve inancın adaleti sağlamada çaresiz kaldığını göstermektedir. Bu bağlamda, adaletin dini referanslardan bağımsız olarak, hukukun üstünlüğü çerçevesinde sağlanması, toplumsal barış ve güvenin tesis edilmesi açısından hayati öneme sahiptir.

YUSUF İNAN / YEREL GÜNDEM

www.yerelgundem.com

Twitter@Yusufinan2023

İnstagramyusufinan2023

İnstagramfondinan2016

E-Mail: [email protected]